Bizler, bir kimlik belirterek, cisim ortaya koyarak kendimizi tanıtma kaygısı gütmemekteyiz. Bizi tanımlayan ve tanıtan, Kur’an’ı Kerim’dir. O, evrensel anayasamız, İslam’ın bütünlenme Kitabı ve cehaletimizi bilgeliğe çeviren hükmün ve hikmetin kaynağıdır. O’na ve gönderdiği her şeye büyük bir tevazuuyla inandık. O’nun yolunda mallarımız ve canlarımızla mücadeleye soyunduk. O’nun zikrini hem dillerimizde hem de amellerimizde yerine getirmek derdiyle, kalplerimiz titremekte ve huşu duymaktayız. O’ndan gelen hidayet ve kulluk bilinci ile toplumun fiziksel ve zihinsel kalkınması için gerekli olan faaliyetlerin içinde bulunmaktayız.
En önemli gayemiz, O’nun dinini öğrenmek, yaşamak ve anlatmaktır. Ahdimize vefa göstererek, dünya uykusundan uyandığımız kadar uyandırmanın görevimiz olduğunu bilerek, aydınlık zihinlerin yetişmesi adına maddi, manevi hiçbir menfaat gütmeden bilakis bunun için bizlere verilmiş maddi ve manevi her şeyi dine göre paylaşmaktayız.
Din, “inanç ve ibadet kuralları” sistemi demektir. İnsan için anlamı, bizzat ve bilfiil, hemen şimdi, yaşayan hayatın gündelik akışı içinde Allah’ın bilinç evrim planına tabi olan varlıklar için belirlediği kanunlara doğrudan uymaktır.
Dolayısıyla din, insanların diğer insanlarla, dünyayla ve tüm âlemle bağlantıda olduğu ve bunlardan sorumlu olduğunun farkındalığıdır. Böyle bir bağlantı ve sorumluluk yoksa devlet, toplum, aile ve insanın kendisi, sadece nefes alan bir ölüdür. Fakat her kim ki O’nun dinine (yasalarına) uygun düşünür ve yaşar, işte o artık canlıdır. Bir diğer anlamda Müslümandır. Bu sebeple dinin alt tanımı içinde yer alan “İslam” kavramı, dinin yalnızca O’nun yasalarına boyun eğerek kabullenmenin sonucunda oluşan O’na olan teslimiyetin bir nişanesidir.
Nişane, ancak ve ancak Kitap’a ve fıtrata göre uyumlanırsa ortaya çıkar. Bu sebeple kolektif bir bilinç yapısında bizi bir kılacak olan şey, dinin içeriğinin ve sınırlarının, yalnızca tek kaynak olan Kur’an’ı Kerim’e göre belirlenmesidir. Bunun dışında başka bir hüküm ve hikmet kaynağı aramak aldanış, kabullenmek ise şirktir.
Ne yazık ki Muhammed’in (as) ölümünden hemen sonra Kur’an’ın bu temel anlayışına aykırı şekilde bir gidiş başlamış ve İslam, ilk olarak Ümmeyyeoğulları (Emevi) müdahalesiyle yozlaştırılmıştır.
Sonrasında ise bu yozlaşma, mezhepler ve tarikatlar tarafından derinleştirilmiş, uydurma birçok hadis ve rivayetle Kur’an’ın özüne aykırı olan şeyler kabul edilerek Kitap terk edilmiştir. Ve Kitabı öksüz bırakanlar ve onlara uyanların ortaya attıkları fikirler, bir afyon misali kitaplar ve fetvalar ile birlikte sunularak toplumlar uyutulmuştur.
Kendilerini O’na ortak sayan bu sınır tanımazlar, nefsi arzularına ve heveslerine göre helaller ve haramlar belirleyerek kimin imanlı kimin inkârcı olduğuna kanaat getirmişler, imanı ve ahireti kendi çarpık zihinlerine göre dağıtmışlardır.
Kur’an’ın, İslam’ın ve buna ek olarak Müslümanlığın çok yanlış temellendirilmesinden sebeptir ki kendileri gibi inanmayan herkesi de gayrimüslim olarak etiketleyip dinden dışlamış, kâfir olarak yaftalamışlardır.
Bu yanlışı ortaya atanlar farkında olsalar da olmasalar da Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesip, fırkalara ayırmışlardır. Çünkü hangi dilden, ırktan, renkten, coğrafyadan olduğu fark etmeksizin Yüce Allah’ın insanlar için belirlediği doğru düşünce ve davranış yasaları olan dine boyun eğen, teslim olan kişi Müslümandır. Bu zamana kadar indirilmiş dört kutsal Kitap’ta da bahsi geçen din İslam’dır.
İslam, Muhammed (as) ile gelen bir din değil, onunla birlikte ikmal edilen dindir. Dolayısıyla yine Kur’an içinde Kur’an’dan önceki Kutsal Kitap’ları tebliğ etmekle görevlendirilen vazifeliler ve onlara tabi olanlar, Müslüman olarak tanımlanmışlardır. İsa’ya (as) tabi olan havariler ya da Musa’ya (as) tabi olan genç yoldaşları ve kavmi için yine bu tanım yapılmıştır.
Ayetlerde İslam ve Müslüman tanımları bu kadar açık şekilde verilmişken, İslam’ı 1400 yıl önce ile başlatmak ve daha önceki nebilere tabi olanlara gayrimüslim demek, Yüce Allah’a kafa tutmaktır.
Bu konuda Müslümanlara düşen payda, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği dinini birleştirmek, fırkalara ayrılmamak ve arzda bozgunculuk çıkartmamaktır.
Rabbimizin, “De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda aynı olan bir kelimeye geliniz. Allah’tan başkasına kul olmayalım ve O’na hiçbir şeyi şirk koşmayalım ve bir kısmımız, bazılarını, Allah’tan başka Rab’lar edinmesinler.” Bundan sonra eğer dönerlerse, o zaman; “Bizim Müslüman olduğumuza şahit olun” deyiniz.” ayetinde bize zikrettiği üzere gayemiz, daha önce tebliğ edilen Kitap’lara tabi olanlarla ortak olan kelimemize (İslam) onları davet etmek ve Kitabı onlara anlatmaktır.
Müslüman gibi görünen ama Kitap’ı terk eden zihniyetin sahipleri, günümüzde de İslam coğrafyasının her ülkesinde dini ve imanı kurumsal bir şirkete çevirmiş, tırnaklarını da masum halk kitlelerine geçirmiş vaziyette, sömürülerini sıkılmadan ve de hakikati gizleyerek sürdürmektelerdir.
Ve maalesef kitleler, bu sınır tanımazların ortaya attıkları Kur’an’a aykırı çelişkiler, tutarsızlıklar ve akıl dışılıktan oluşan kargaşanın girdabında boğulmaktadırlar. Dolayısıyla insanlığı mutluluk ve ahenge götürmesi gereken İslam, bu sınır tanımazların elinde bir bunalım ve parçalanma ocağına dönüşmüştür.
Lakin şu gerçeği unutmamamız elzemdir; Arz, “Allah bilinci” etrafında toplananlarla, karşı safta yer alanların tam anlamıyla ayrıldığı, karşı karşıya geldiği yerdir. Şanlı Kur’an, geçmiş, gelecek, indiği dönem ve şimdi arasında, fıtrata aykırı olan her türlü değer yargısını, aidiyet duygusunu altüst ederek, dine uygun değer yargısı ve aidiyet duygusunu zikretmiştir.
Bu hiç eskimeyecek değer ve aidiyet idrakine göre insanlar, Allah’ın tarafı/hizbi (+) ve İblisin tarafı/hizbi (-) olarak ayrılmışlardır. Hiçbir değer bunların önüne geçemez, üstüne çıkamaz. Herkes bu iki taraftan birine hizmet eder. Allah’ın tarafına hizmet edilirse makbul, değilse batıl bir davadır.
Hak’tan yana ve hak üzerinde olmak isteyenlere düşen vazife, en güzel hadisin O’nun tarafından indirildiğine ve değiştirilemez Sünnetullahın O’na ait olduğunun bilincinde;
- Tüm şirk içerikli uydurmalar, aldatmacalar neticesinde oluşan yozlaşmanın ortadan kaldırılmasına, ana kaynaktan şaşılması sonucu ortaya çıkan cehaletin yerini bilgeliğin almasına, karanlıklara şavkın vurmasına çaba sarf etmektir.
- Dini, sokaktaki insanın işine yarar bir bakışla, Kitap’ta anlatıldığı üzere alabildiğine akla ve kalbe hitap eder şekliyle, Kur’an’la insan arasına giren tüm ayrıştırıcılardan arındırarak, Allah’ın Kitap’ındaki şekliyle insanlığın önüne çıkarmaktır. Çünkü ancak bunların sonucunda varlık, kulluk mertebesine ulaşır ve de Yüce Allah ile yürümeye başlar. Böylesi yeri gelir kalpsiz dünyanın kalbi olur yeri gelir vicdanın ve merhametin sesi olur. Bir öksüzün ağlamasından, “imdat” diye bağıran kadın feryadından, “insanlık öldü mü?” diye inleyen mazlumun yakarışından geceleri uyuyamaz da yollara düşer. Değişmez gerçek şudur ki, Dünyanın bütün ezilenlerinin, mahrumlarının, mağdurlarının haklarını düşünüp bunları gasp eden despotları, firavunları karşıya alıp, zulme ve zorbalığa, işgale ve adaletsizliğe, yolsuzluğa ve haksızlığa, din istismarına ve Allah ile aldatanlara karşı yekvücut olarak İslam’ı savunmak, yalnızca O’nun kullarına mahsustur. Ve onlar, tarihin her sahnesinde varlardır. Ya ateşlere atılmışlardır ya çarmıhlara gerilmişlerdir ya da taşlanarak öldürülmüşlerdir.
Peki, siz bu hikâyenin neresindesiniz?
Kötü olmayı seçenlerden misiniz?
Kötülükleri görüp susanlardan mısınız?
Yoksa sizi bu Dünya’ya Gönderenin yolunda mısınız?
Her ne olursanız olun, doğruyu, adil olanı, hakkı ve güzeli seçmek için bugün, geç değildir.
Sizleri, kendimize tabi olmaya davet edenler değiliz. Bilakis bizler, araya bir aracı koymadan Allah’a tabi olmaya, dolayısıyla O’nun tüm emir ve buyruklarının tamamlanarak bütünlendiği Kur’an’a ehil olmaya, O’nun çağrısına icabet etmeye davet edenleriz.
Çünkü “Bir beşer için, Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve nebilik vermesinden sonra onun insanlara; “Allah’tan başka bana kul olun” demesi olamaz. Fakat sizin kitabı okuyup öğrenmiş olmanız ve öğretiyor olmanızdan dolayı ancak: Rabbâni (kendini Rabb’e adamış) kullar olunuz” der.” 1
Düşünmek kulun farzıdır…
1Ali İmran 79